enflasyonemeklilikötvdövizakpchpmhpurfaşanlıurfa
DOLAR
32,1739
EURO
34,9463
ALTIN
2.425,06
BIST
10.753,43
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
21°C
İstanbul
21°C
Hafif Yağmurlu
Salı Az Bulutlu
25°C
Çarşamba Az Bulutlu
25°C
Perşembe Az Bulutlu
26°C
Cuma Parçalı Bulutlu
27°C

Eliyle tuvaletten taş çıkarırmış! Urfa’da gurbetçi bir öğretmenin anıları…

Eliyle tuvaletten taş çıkarırmış! Urfa’da gurbetçi bir öğretmenin anıları…
23.05.2022 13:01
A+
A-
1970’li yıllarda 6 yılı Kısas’ta olmak üzere Şanlıurfa’da 9 yıl görev yapan Öğretmen ve Araştırmacı-Yazar Süleyman Özerol’un anılarında ilginç hikayeler yer alıyor. Dönemin fotoğraflarını da kitapla ölümsüzleştiren Öğretmen Özerol ile yaşadığı sorunları, tıkanan tuvaletlerden taş çıkaracak kadar bu şehre verdiği emeği, yaşadığı acı tatlı olayları konuştu. İşte yarım asır öncesinde Urfa’dan gelip geçen bir öğretmenin Urfa’ya dair anıları…

Henüz
19 yaşındayken nişanlısını geride bırakıp Şanlıurfa’ya öğretmen olarak gelen
Malatyalı bir isimdi Süleyman Özerol. 9 yıl boyunca yeni nesiller yetiştirme
adına türlü türlü fedakarlıklarla görev yaptı bu şehirde. Biz de o dönem yaşadıklarına,
hala unutamadıklarına, kendisinde iz bırakanlara, onun
gözünden Urfa’ya değindik ve sorduk:

 

Bizler sizin 1970’li yıllarda
Şanlıurfa’nın farklı yerlerinde görev yaptığınızı biliyoruz. Bize biraz
kendinizden bahseder misiniz? Kaç yaşındasınız, nerelisiniz, kaç yıllık
öğretmensiniz?

 

1
Kasım 1953 tarihinde Hekimhan’ın Ballıkaya (Mezirme) köyünde doğdum. Babam
Hasan, annem Zehra’dır. İlkokulu kendi köyümde okudum.

 

Akçadağ
İlköğretmen Okulu’nu 1972 yılında bitirdim, Urfa ve Malatya’da çeşitli
okullarda görev yaptım, 1998’de emekli oldum, aynı yılın Haziran ayında Malatya
Yorum Gazetesi yazı işleri müdürlüğünü yürütmeye ve anı, öykü, makale türü
haftalık yazılar yazmaya başladım.

 

Şanlıurfa’ya kaç yılında geldiniz ve
kaç yıl görev yaptınız?

 

1972
yılı yaz dönemi Urfa’ya atadım. Vatan İlkokulu’nda depo öğretmeni olarak göreve
başladıktan sonra 1 Eylül 1972 tarihinde Urfa Merkez Yetiştirme Yurdunda
öğretmenliğe başladım.1975 yılında Merkez Kısas köyü İlkokuluna atandım. Burada
3 yılı yönetici olmak üzere 6 yıl görev yaptım. 1981 yılı Nisan ortasında
Siverek ilçesine atandım. Aynı yılın Eylül ayı sonunda memleketim Malatya’ya
atamam yapıldı. Yani 9 yıl bir ay sonra Urfa’dan ayrıldım.

 

Öğretmen Özerol kente ilk geldiğinde yüzüne
çarpan o sıcaklığın hala etkisinde… O an ki hissini şu sözlerle anlatıyor:

 

Bölgenin etkisini özelikle Birecik
köprüsünü geçtikten sonra duyumsadım. Ağustos ayı ortasında geldiğim için sıcak
oluşunun etkisini unutamam.

 

Araştırıp geldiği Şanlıurfa’da daha
önce buralarda polis olarak görev yapan akrabasının tavsiyesiyle ilk olarak
İsotçu Pazarı’na gitmiş Öğretmen Özerol.

 

60’lı yıllarda Urfa’da 10 yıl kadar
polislik yapan bir akrabam vardı, bana tanışmam için İsotçu Pazarında tanıdığı
bir bakkalın adını vermişti. Aslen Vartolu olan Mehmet Hakyol (Muhammedi
Kaley). Muhammet amcayı buldum. Tanıştık, çay içerken, “Biraz önce karşıdaki
bir esnafa İsotçu Pazarını sorduğumda ‘bilmiyorum’ dedi” dedim. Güldü, “Seni
polis sanmışlardır” dedi.

 

Neşet Ertaş’ın deyişi ile Urfa’da
tanışmış ve anılarında güzel bir yer edinmiş bu sanat.

 

O gün beni evinde konuk etti, o zaman
plakları vardı ve uzun süre türkü dinledik. “Ela gözlü şahtan bir dolu
geldi/Bir sen iç sevdiğim bir de bana ver” adlı deyişi dinledik, kimin çalıp
söylediğini sorduğumda, “Neşet Ertaş” dedi. Plaktaki türkü bitince baktım,
gerçekten de Neşet Ertaş imiş.  Deyiş,
Neşet Ertaş’ın radyoda söylediği türkülerinden çok farklı idi…

 

Gelenlerin kısa sürede ayrıldığı yetiştirme
yurdunda 3 yıl görev yapmış sonrası Kısas. Orada yaptığı ilk iş ise tuvalet
yapmak olmuş, şaşkın bakışlar arasında…

 

“Yatılı okul geleneğinden geldiğim
için personel ve çocuklar ile çok iyi uyum sağladım. Pek çok kişi üç yıl görev
yapmamı yadırgamıştı.  

 

Kısas köyünde öğretmen evi
olmadığından köy evinde oturdum 1975-1976 öğretim yılında. Kısas 500 haneli bir
köydü. Okul batıda, tuttuğum ev ise tam doğuda idi. İlk işim tuvalet yaptırmak
oldu. Tuvalet yapılırken çokça kişi gelip izlemişti. Kocaman bir oda gibiydi.
Tek odalı evi, perde ile ikiye ayırdık. Babam duvar ustasıdır, yanımıza
geldiğinde betondan banyo ve bulaşık için ‘çark’ yaptı.    “

 

Yaşadığı zorluklar da vardı elbette
Öğretmen Özerol’un. Bunlardan en ilginci tıkanan tuvaleti açmak için elleriyle
taş çıkarmasına rağmen hakkında “Okula bakamıyor” diye açılan soruşturma…

Yetiştirme yurdunun binaları Kızılay’a
ait tarihi yapılardı. Burada en çok kış dönemleri ısınma sorunu idi.

 

Kısas’taki büyük sorun her yaz
döneminde onlarca camın kırılması ve maddi sorun olmasıydı. Camları Urfa’dan
getirip kendim takıyordum maddi yük olmasın diye.

 

İçme ve kullanma suyunun yetersizliği
büyük sorun idi. Tuvalete giren öğrenci olsun öğretmen olsun su sorunu
yaşıyordu. Tuvaletler sıkça tıkanıyordu. Elimle tuvaletlerden taş çıkardığımı
hiç kimse unutamaz orada.

 

Okulun çevresinde duvar yoktu, tel
örgü vardı. Bu nedenle tatil günlerinde bina zarar görüyordu. Duvar, su ve
tuvalet konusundaki başvurularımdan (beş kez resmi yazı) sonuç alamadım. 12
Eylülden sonra ise bana okula bakmıyor diye soruşturma açtılar. 

 

 

Çok yönlü bir isimdi Öğretmen Özerol.
Bugüne kadar 70’e yakın kitabı hazır hale getirmişti. Şiire ilgili ilkokula
dayanıyordu. Resim yapar, bağlama çalar, türkü söylerdi. Malatya kültürüne ve toplumsal
yaşamına katkılarından dolayı
ödüllendirilen bir isim. İlgi
alanlarını Şanlıurfa için de kullandı. Siyah Beyazlar adıyla Şanlıurfa’nın
siyah beyaz fotoğraflarını arşiv niteliğinde kitaplaştırdı Öğretmen Özerol. 30
yıl önce Almanya’dan getirttiği makine ile çekmişti fotoğrafları.

 

Akçadağ İlköğretmen Okulunda okurken
çektirdiğim fotoğraflar vardı. Okulu bitirince kendim de makine aldım ve
fotoğraflar çektim. Fotoğraf işi daha kolaylaşıyordu ama siyah beyaz fotoğraf
da tarih oluyordu. Bu nedenle çektiğim ve bende var olan siyah beyaz
fotoğrafları iyi korudum. Urfa’da ana caddeyi hemen her gün adımlardım. Hemen
her Pazar günü Balıklıgöl ve kaleye giderdim. Şimdi düşünüyorum da aslında çok
fotoğraf çekmemişim.

 

Öğretmen Özerol, dönemin öğretmenlerin
uğrak yeri Urfa Palas’ta gurbetçi öğretmenler için aranan isim olmuştu.

 

Otel kâtibi Fethi’nin bir gözü engelli
olduğundan Kör Feti deniyordu. Otele öğretmenler geldiğinde beni arıyor,
“Hemşerin, arkadaşların geldi” diyordu. Bir keresinde aradı, gittim ve
‘hemşeri’ olarak belirttiği öğretmen arkadaşın Kayserili olduğunu öğrendim.
Rahmetlik olduğunu öğrendiğim Kör Feti’ye göre Elazığlı, Tuncelili, Sivaslı,
Maraşlı hep hemşerimdi.

 

Öğretmenlerin uğrak yeri olan Urfa
Palas otelinin, belediye binasının, pek çok yapının yıkılmış yerine beton
binalar kondurulmuş olduğunu görmek bana çok acı geldi.

 

‘Anıya Benzer’ adlı anı-deneme kitabı
taslağında yer alan ve yetiştirme yurdunda yaşadığı unutulmaz bir anısı da
vardı Öğretmen Özerol’un. Engelli bir çocuğun dramıydı bu.

 

“1975 yılı yazıydı. Urfa Yetiştirme
Yurdu’nda görev yapıyordum. Günlerden bir gün bir çocuk getirdiler.
Konuşamıyor, sağ yanı felçli ve de kimsesiz… Valilik ‘uygun bir yere
yerleştirilinceye kadar barındırılması uygun görülmüştür’ diyerek göndermiş
resmi yazıyla.

 

İlk geldiği andan itibaren sorun
çıkarmaya başladı. Diğer çocuklara saldırıyor, onları ısırıyor, gece yattığı
ranzadan düşüyor, bayılıyordu. Yani nöbet de geçiriyordu. Konuşamadığı için
adını, kimin nesi olduğunu, nereden geldiğini kimse bilmiyordu. Kimliği yoktu.
Birkaç gün bu haliyle idare ettik. Geceleri kayboluyordu. Birkaç kez sinemadan
getirdim. Ya birisi söylüyordu, ya da ben rastlıyordum. Bir keresinde sinemanın
perdesinin arkasında uyuyordu. Başka bir kez perdenin arkasından diğer
sinemadaki perdeyi seyrederken bulmuştum.

 

Nöbetçi olduğum bir gün gece saat on
ikiye yakın telefon geldi. Zabıta çocuğu bulduğunu söylüyordu. Müdürün
‘katiyetle içeri almayın’ dediğini aktardım.

‘Peki, ne yapalım biz bu çocuğu?’
dedi.

‘Karakola götürün’ dedim.

Aradan beş dakika geçmeden yine
telefon:

‘Sarayönü Polis Karakolu’ndan memur
Abbas Duran… Zabıta buraya bir çocuk getirdi. Sizin çocuğunuzmuş. Ne yapacağız
biz bunu?’

Ona da müdürün tutumunu ve
söylediklerini aktardım. Karakolda tutamayacağını mümkünse almamızı söyledi
yeniden. Onu geceleri dışarıda arayan, sinemalardan alıp gelen bendim. Dışarıda
kalmasını istemiyordum elbette ki. Bunu da anlattım polis memuruna. Abbas Duran
hemşerimdi.

‘Hemşerim, hele bu gece de idare edin.
Yarın müdürle konuşursunuz.’

Göndermesini söyledim. On dakika
geçmeden belediye zabıtasının arabası ile çocuğu getirdiler. Bekçi ‘almam’
diyor, başka bir şey demiyordu. Zabıta memuru çocuğa acıdığını tekrarlıyordu.
Sorumluluğu üzerime alarak çocuğu alıp yerine yatırdık. Saat yarımı geçmişti.

Erkesi gün müdür geldiğinde bekçiye
söylenmeye başladı. Çocuğu orada görmüştü.

‘Ben, onu içeri almayın demedim mi? Benden
izinsiz nasıl alırsınız?’

Bulunduğum yere geliyordu.
Sakinleşmesini ve valilikten gelen yazıyı okumasını söyledim. Çünkü ‘burada amir
sen misin, ben miyim?’ diyordu bağırarak.

Sustu ve müdür odasına yöneldi. Bir
süre sonra da sessizce yanıma gelerek şöyle dedi:

‘Yahu gusura bakma Süleyman Beg. Bu
çocuk beni deli etti. Evde bile huzurum kalmadı bunun yüzünden. Sen
haklısın…’

Bu olaydan sonra çocukta herhangi bir
değişme olmadı. Müdür de aynı yılgın tavrını sürdürüyor, bir an önce çocuğu
başından savmak istiyordu. Bir gün dayanamadım çocuğun elinden tutup sağlık
müdürlüğüne gittim. Valilik Sağlık Müdürlüğü kanalıyla göndermişti bize çocuğu.
Doktor Hüsnü Birlik oradaydı.

‘Doktor Bey, bu çocuğun yüzünden
müdürle sürekli tartışıyoruz. Ne çocuğun sorunları bitiyor ne de yurtta
huzurumuz kaldı. Ne yapacağız biz? Ne zaman uygun bir yere yerleştirilecek bu
çocuk?’

Bir bana bir doktora bakan çocuğun
gözleri ışıl ışıldı. Doktor bir süre sessiz kaldıktan sonra, ‘ne yapmamı
istiyorsunuz?’ dedi.

‘Durumunu belirten bir rapor yazın.
Hiç olmazsa bulunsun.’

‘Ben rapor yazamam. Bu çocukta bir şey
yok. Elazığ’a mı gönderelim?’

‘Neden olmasın? Yarın birisinin
yüzünü, dilini ya da elini dişleyip koparırsa ne olacak? Ya ranzadan düşüp
ölürse ne yapacağız?’

Doktor bir süre düşündükten sonra
çocuğa baktı. O ise bir doktora bir bana, bazen de çevresine bakıyordu. Gözleri
ışıl ışıldı… Çocuğun sevki yapıldı sonunda Elazığ’a. Ancak oradan ‘herhangi bir
şeyi yok’ cevabı ile dönüldü, yine kaldı bizimle…

Müdür bir gün Viranşehir’e alıp gitti.
Orada akrabaları mı varmış, neyse. Döndükten sonra çocuğu orada bıraktığını
söyledi. Yani açıkça, halk deyimiyle seyiplemişti…(özgür bırakmıştı). Bu olaya
o kadar üzülmüştüm ki, müdürle tayinimin çıktığı eylül ayına kadar bir aya
yakın konuşmadım. Hep davranışları, yarım felçli durumu, sinemada uyuması,
karşı sinemayı seyretmesi, bayılması ve ışıl ışıl gözleri aklıma geliyordu…

 

Müdür için ise şunları söylemek
istiyorum; O bir anne değildi, baba ise hiç olamazdı.”

 

Yıllar sonra bir davet üzerine yeniden
Urfa’ya gelme şansı olmuştu Öğretmen Özerol’un gördüğü
değişimleri/değişmeyenleri şöyle anlatıyordu:

 

“Bir öyküde, ağanın on sekiz köyü
olduğundan söz ediyordu. Bu benim aklıma sığmıyordu. Nasıl olur da bir kişi on
sekiz köye sahip olurdu? Yarım yüzyıl önce buraya geldiğimde değil 18, 58 köyü
olan ağa duymuştum. Bugün bu durumun çok da fazla değiştiğini düşünemiyorum.
Pek çok tarihi yapı yok edilmiş, betonlaşmaya özen gösterilmiş. Kısaca, bugünkü
Urfa’nın toplumsal değer yargıları ve çağdaş gelişme durumları karşısında yarım
yüzyıl önceki Urfa’nın gerisinde kaldığını belirtmek isterim. “

 

Şanlıurfa’da unutmadığı, hala
görüştüğü isimler de var Öğretmen Özerol’un…

 

Sayın Naci İpek’i saygıyla anmak
istiyorum.

 

Kısas’tan söz edersek; halk ozanlığı
geleneği içinde yer alan bir eğitimci-gazeteci olarak iletişimimi kesmedim.
Kısas Ortaokulundan öğrencilerimizden Veli Aykut (Dertli Divani) ve Halil
Elveren (Berdari) Ankara’da Halk Ozanları Kültür Derneği ve çeşitli etkinliklerde
bir araya geldiğimiz kişiler. Oğlum Ozan Kısas’a gittiğimizde kırklı idi. Bir
rahatsızlığından dolayı sünnet olması gerektiğinde Çiftehan’da sünnetçi Gâvur
Ali adlı berbere gittik. Bizi taksisi ile Urfa’ya getiren ev sahibimizin damadı
Mehmet Aran da kirvemiz oldu.

 

Çoğunluğu aranızdan ayrılmış olan bazı
arkadaşlarımı anmak istiyorum.

 

Debbo Hallo, Sofu Memey, Kanco Hallo,
Havrik, Bakıro, Cipçi Velo, Hille Hakkı, Hille Hüseyin, İbey Dede, Memey Emmi,
Kör Hallo, Loppey Memet, Kocey, Abta Kardaşlar (Hallo, İsmail, Halil, Cuma),
Hakkey Mustafa, Vatha Teyze, Hillo Halley, Dudu Medine, Hacı Bekir, Cebir İbo,
Hacı Ayıp, Tato Haşim, Karaca Bakır, Doksanda On, Tükancı Bakır, Hırço, Başkan
Hallo, Addo Bektaş, Arfo İmam, Hamdullah Baba, Hafız, Karı Nene, Tivil, Zavurlu
Hasan, Kısasın Nasrettin Hocası Nakı ve daha birçok Kısaslı… Ve zaman zaman
kimini anarken üzüldüğüm, kimi zaman anarken düşündüğüm, kimini anarken
gülümsediğim Kısaslılar… Aramızda olmayanlara Tanrıdan rahmet diliyorum.

Öğrenci ne ise öğretmen de odur… Bana bazı konularda görüşlerimi dile
getirmede aracı olduğunuz için teşekkür ediyor; tüm okurlara saygı, sevgi ve
selamlarımı iletiyorum.”

-ÖZEL HABER


Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.